İhsan Fazlıoğlu ile 2016-2017 akademik yılı Medeniyet Okumaları’nın 20 Nisan Perşembe günü gerçekleştirilen on ikinci dersinde,"Endülüs-Mağrib Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler"konu edildi.
Konuşmasına birkaç temel kavramın açıklamasıyla başlayan İhsan Fazlıoğlu, ilk olarak Endelus kelimesinin Müslüman İspanya anlamına geldiğini, Mağribin ise Kuzey Afrika’yı ifade etmek için kullanıldığını belirtti. Felsefe-bilim tarihi mirası bakımından Endülüs ve Mağrib’te Berberice, İbranice, Latince, Katalanca ve diğer mahallî dillerde yazılan eserlerin bulunduğunu, bu çeşitlilikte ise Endülüs bölgesinin kozmopolit yapısının etkili olduğunu bildirdi. Diğer bir kavram olan mudeccenin ise İspanya fethedildikten hemen sonra başlayan ve sekiz yüzyıl kadar süren yeniden fetih hareketi (reconquista) döneminde Katolik-Hıristiyan yönetimi altında yaşayan Müslümanlara ve bunların sürdürdüğü mimarî üsluba verilen isim olduğu üzerinde durdu. Bir diğer kavram olarak da moriskolar üzerinde duran Fazlıoğlu, moriskoların güç kaybettikten sonra o bölgelerde yaşayan Müslümanların İspanya’dan ayrılmamak için Hıristiyanlığa geçen (dönme) kişiler olduklarını açıkladı.
Endülüs-Mağrib medeniyetini anlamak için bilinmesi gereken kavramlar üzerinde durduktan sonra siyasî hayata değinen Fazlıoğlu, Endülüs’ün 711-718 tarihleri arasında ele geçirildiğini; 718 yılında Katoliklerin geri-fetih hareketini başlattıklarını; 732’de Avrupa içlerine doğru çıkan Müslüman Arapların Charles Martel komutasındaki Frank ordusu tarafından durdurulduğunu anlattı. 745’te büyük bir iç savaşın yaşandığını aktardı. 756 yılında bu bölgede bir Emevî emirliğinin kurulduğunu ve siyasî yapının değiştiğini belirten Fazlıoğlu, bu emirliğin 788’de güçlü bir devlet haline geldiğini bildirdi. II. Abdurrahman’ın 822-852 yılları arasında Abbasî devletini örnek alarak emirliği örgütlediğini ve güçlü bir devlet kurduğunu ifade etti. Bu dönemde yaşanan Norman saldırılarının da püskürtüldüğünü sözlerine ekledi. 852-886 yılları arasında Kurtuba’da kurulan Hıristiyan fedaîleri hareketine değindi. Endülüs’teki üçüncü politik dönüşmenin, 912 yılında Endülüs Emevî Emirliği’nin Endülüs Emevî Hilâfeti adını almasıyla gerçekleştiğini belirten Fazlıoğlu, bu değişimin hilâfetin ikiye bölünmesi bakımından önemli olduğunu vurguladı. III. Abdurrahman’ın Kurtuba merkezli bir hilâfet kurduğunu ve bu dönemde Endülüs kültürünün yükselmeye başladığını, özellikle Kuzey Afrika’yı ele geçiren Fatımî Arap-Şii devletine karşı durduklarını belirtti. 1031 yılında ise yaşanan pek çok problemden dolayı Emevî âilesinin sürgüne gönderildiğini ve küçük beyliklerin (Muluk el-Tevâif) döneminin başladığını anlatan Fazlıoğlu, bundan sonra yeniden-fetih hareketinin başarıya ulaştığını aktardı. 1212’de bölgeye düzenlenen Haçlı seferi sonrasında Muvahhidler’in dağıldığını, Kurtuba’nın düştüğünü ve elde kalan tek şehir Gırnata’nın da İstanbul’un fethinden sonra elden çıktığını, böylece 1492’de Endülüs İslâm medeniyetinin tam anlamıyla sona erdiğini belirtti. 1530 yılında görevlendirilen Barbaros Hayrettin Paşa’nın eliyle Endülüs’ten yetmiş bin kadar Müslümanın tahliye edildiğini; Turgut Reis, Piyale Reis ve Salih Reis’in bu dönemde bu bölgede Osmanlı adına icraatta bulunduklarını ifade etti. 1586’da Osmanlı Devleti’nin istihbarat hareketleriyle bu bölgeyi örgütlediğini ve Kılıç Ali Paşa komutasında kurulan bir Osmanlı özel birliğinin desteğiyle de büyük bir isyan başlatıldığını aktardı. Bölgenin yerli lideri Muhammet’in Kılıç Ali Paşa’ya kafa tutması üzerine kendisini ortadan kaldıran Ali Paşa’ya halkın tepki göstererek isyandan çekildiğini anlatan Fazlıoğlu, bu olayın akabinde, Sultan I. Ahmet’in İspanya kralı ile bir anlaşma yaptığını; ayrılmak isteyen Müslümanlara izin verilmesi durumunda Osmanlı Devleti’nin bölgedeki faaliyetlerini sona erdireceğini söylediğini aktardı. Bu kararı ile Osmanlı Devleti’nin bu bölgenin artık Müslüman coğrafyadan koptuğunu kabul ettiğini ekledi.
Endülüs toplum yapısına bakıldığında ise Müslümanlar ve gayrimüslimlerden oluşan iki büyük yapının bir arada yaşadığına dikkat çeken Fazlıoğlu, Müslümanların büyük oranda Araplar, Berberiler ve Mevâlîler ile diğer çeşitli milletlerden oluşan kölelerden meydana geldiğini; gayrimüslimlerin ise Yahudî ve Hıristiyanlardan müteşekkil olduğunu belirtti. İktisadî yapının ise büyük oranda tarım, madencilik ve ticaretle şekillendiğini ifade etti. Kurtuba’da on üç bin imalâthanenin bulunduğuna dikkat çekti. Coğrafî konumu ve yaşam şartları bakımından Endülüslerin modern denizcilik ve deniz coğrafyası konusunda uzmanlaştıklarını belirtti. Bunun yanında, 1830’a, diğer bir deyişle modern kimyanın tarım teknolojilerine uygulanmasına değin, Osmanlı, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın Endülüs tarım tekniklerini uyguladıklarını ve bu coğrafyanın tüm tarım yöntemlerinin Endülüslerin etkisini taşıdığını vurguladı. Müslümanlar Endülüs'e çıktığında İber yarımadasında astroloji, astronomi, takvimcilik gibi alanlarda basit de olsa bir kültürün var olduğunu, bunun yanında geleneksel tıp uygulamalarının mevcut bulunduğunu kaydetti.
Endülüs’te temel eğitimin altı yaşında başladığını ve altı ila yedi yıl kadar sürdüğünü belirten Fazlıoğlu, temel eğitimin, camilerde, konaklarda ve sarayda sürdürülen halka eğitimi ve Doğu İslâm dünyasındaki medrese sistemini örnek alan ihtisas eğitimi olmak üzere iki şekilde yürütüldüğünü aktardı. 850-1031 tarihleri arasında daha çok Doğu İslâm dünyasına bağlı kalan Endülüs’ün bu tarihlerden itibaren tedrici olarak kendi ilmî geleneğini üretmeye başladığını, böylelikle Endülüs’teki felsefe ve bilim hayatının nisbî olarak bağımsızlaştığını ifade etti. Yine de seyyahlar ve hacca giden âlimlerin etkisiyle etkileşimin devam ettiğini sözlerine ekledi. İlk dönemde Endülüs’teki ilim hayatının Emevî etkisinde olduğunu, IX. yüzyıldan itibaren ise Abbasî etkisinin başladığını, üretilen en yeni eserleri elde etmeye yönelik olarak yürütülen ve son keşiflere dönmek şeklinde tabir edilen devlet eliyle organize edilmiş bir hareketin hayata geçirildiği üzerinde durdu. Küçük ölçekli hastanelerin bulunduğu Endülüs coğrafyasında hiç rasathane kurulmadığına dikkat çekti ve bunda söz konusu coğrafyanın fetih hareketlerine yönelmeyi engelleyen yapısının etkili olduğunun altını çizdi. Son derece önemli kütüphanelerin kurulduğu bu bölgenin bir tür kütüphaneler bölgesi haline geldiğini de ekledi.
Endülüslerin meraka dayalı yüksek bilginin peşine ne zaman düştüğü sorusunu soran Fazlıoğlu, 833 yılında Kurtuba’da çıplak gözle görülen bir güneş tutulması yaşanması ve altı yıl sonra İber yarımadasının göktaşı yağmuruna maruz kalması üzerine, diğer bir deyişle yine ihtiyaçtan doğan koşullar neticesinde, halifelerin belirli ekipler oluşturduklarını ve bunları Bağdat’a eğitim almaya gönderdiklerini anlattı. Sabit b. Sinan b. Kurre'nin talebeleri olan tıpçı bir aileye mensup Ahmet Harrânî ve Ömer Harrânî’nin Endülüs’e gelerek Bağdat’taki tüm birikimi bu coğrafyaya taşıdıklarını aktardı. Maruz kaldıkları bir doğa olayının tetiklemesiyle, o dönemin en önemli ilim üreten merkezlerine giderek hem bilgi transfer ettiklerini hem de o bilgiyi temsil eden yetişmiş âlimleri Endülüs’e getirdiklerini; böylelikle Endülüs’te güçlü bir entelektüel hareketin başlamış olduğunu belirtti. İlk önemli ismin uçuş denemesi yapan Abbas b. Firnâs olduğunu belirtti. Endülüs’teki felsefî birikimin XII. yüzyılda patlama yaşadığını dile getiren Fazlıoğlu, XIV. yüzyılda ise matematik bilimlerde yükselişe geçildiğini belirtti.
Botanik biliminin hem tarım hem de ilaç yapımı için son derece önemli bir yer tuttuğu Endülüs’te eczacılık ve tıp biliminin kendilerinden önceki birikimin de yardımlarıyla kurulduğunu aktaran Fazlıoğlu, bu alandaki ilk büyük ismin İslâm medeniyetinin de en önemli cerrahı olan Ebû’l-Kâsım Zehrâvî (ö.1013 civ.) olduğunu belirtti ve Zehrâvî’nin cerrahîliği teorik bir ilim olarak kurduğunu ve pek çok cerrâhî âleti tanıttığını ifade etti. İlk dönemlerde astronomideki en önemli ismin Endülüs’teki astronominin de kurucusu sayılan Mesleme b. Mecrîtî (ö. 1007) olduğunu aktardı. İbnu’s-Saffâr’ın (ö. 1034) da yine astronomi alanındaki bir diğer önemli isim olduğuna işaret etti. Özellikle İbnu's-Saffâr'ın rasat yaptığını; Yunanca öğrenerek Doğu İslâm coğrafyasından gelen eserlerin doğru tercüme edilip edilmediğini incelediğini; astronomi için zemin teşkil edecek geometri ve trigonometri birikimini oluşturduğunu bildirdi.
XI. yüzyıldan itibaren ise kendi ilmî üretimini ortaya koymaya başlayan Endülüs'ün ilk büyük astronomunun Zerkâlî (ö. 1087) olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, onun hem teorik astronomi hem de astronomik âlet yapımı bakımından yalnızca Doğu İslâm coğrafyası için değil, aynı zamanda Batı Avrupa için de son derece önemli olduğunu belirtti. Ürettiği astronomik âletlerin tüm Endülüs coğrafyasında kullanıldığına da dikkat çekti. Astronomi teorilerini tümel bir şekilde düşündüğünü aktardı. 1030’lardan sonra Kadı Sâid Endelusî'nin hâmisi olan Abdurrahman b. İsâ’nın (ö. 1080) Kahire’ye giderek İbn Heysem ile görüştüğünü ve birikimini Endülüs’e getirdiğini belirterek bunun önemi üzerinde durdu...
Küçük bir coğrafyada konumlanmış olmak ve sınırlı bir arazi üzerinde üretim yapmak zorunda kalan Endülüslerin hendesî tarımı kurduklarına dikkat çeken Fazlıoğlu, savaş ekonomisi olmayan Endülüslerin toprak ve ticaret ekonomisine bağımlı bir yaşam sürdüklerini belirtti. 1060-1115 yılları arasında en önemli tarım kitaplarını yazarak istinsah yoluyla çoğalttıklarını; bilhassa İbn Avvâm’ın (ö. XII. yüzyılın sonu) eserlerini kendinden önce kaleme alınmış tarım kitaplarını da dikkate alarak yazdığını, bu anlamda da son derece önemli bir eser olduğunu belirtti. En gelişmiş bitki kitaplarını yazan ve Ğafîkî (ö. 1165) ve İbnu'l-Baytâr (ö. 1248) üzerinde de durdu. Endülüslerin, ilerleme gösterdikleri bir diğer alan olan denizcilik ve deniz astronomisi konusunda Yunanlılar ve Fenikeliler tarafından icat edilmiş teknikleri geliştirdiklerini vurguladı. İbn Mâcid ve Süleyman Mehrî’nin denizcilik alanına yaptıkları katkılardan bahsetti.
XII. yüzyılda Endülüs’te filozoflar yüzyılı denilen bir dönemin başladığını; hepsi tabip olan İbn Bacce (ö. 1138), İbn Tufeyl (ö. 1185), İbn Rüşd (ö. 1198) ve İbn Meymun'un (ö. 1204) matematik bilimlere olumsuz bakan bir tavır içinde olduklarını, bu filozofların mevcut olanı değil büyük oranda yazılı olanı okuduklarına dikkat çekti. Diğer bir deyişle, Kâinat Kitabı'nı okumaktan çok Aristoteles - Batlamyus - Galenci eserleri dikkate aldıklarını belirtti. İslâm medeniyetinin geneli için ortalama bir değeri haiz olan bu filozofların Batı medeniyeti için son derece önemli olduklarına dikkat çekti. Yine bu dönemde Cabir bin Eflâh’ın (XII. yüzyıl) astronomi ve trigonometri konusundaki çalışmalarına değindi. Tüm bu çalışmalara rağmen, ilm-i hey'et'te yani astronomide, Endülüs’te büyük bir terkibin çıkmadığını vurguladı. 1200’lerden itibaren politik ve ekonomik yapılardaki değişimlerden ve istikrarsızlıklardan kaynaklı olarak entelektüel hayattaki gelişmelerin sekteye uğradığını belirtti. Önemli bir coğrafyacı olan Muhammed İdrîsî’nin (ö. 1166) katkıları üzerinde durdu. 1250’den sonra hem Gırnata hem de Mağrib coğrafyasında yine bir hareketlenmenin olduğunu, bu defa matematik bilimlerde bir yükselişe geçildiğini ve son derece verimli bir dönemin yaşandığını belirtti. Kurucu isim olan İbnu’l-Bennâ (ö. 1321) ve onun talebelerinin oluşturduğu bu okulun daha çok algoritmik-kalkülatif matematik çalışmaları üzerinde yoğunlaştığını, bu birikimin Doğu İslâm dünyasını da etkilediğini belirtti. Esas ürünlerini Mısır’da veren, toplum ve tarih üzerine kurduğu düşünce yapısıyla Osmanlı’yı da çok etkileyen İbn Haldun’un (ö. 1406) Endülüs’ün tarih felsefesine olan katkısı üzerinde durdu. Endülüs’ün yalnızca matematik ve felsefî ilimlerde değil aynı zamanda dil ve tefsir ilimleri ile tasavvufta da etkili olduğunu vurguladı. Osmanlı musikisi üzerinde büyük etkisi olan Endülüs musikisinin önemine de dikkat çekti. Endülüs’ün kıraatte mesafe kat ettiğini ve kelamda Zâhirîliğin kurulduğu coğrafya olduğunu ve bu etkinin Kahire ve Şam’a dek uzandığını anlattı. Tasavvufun ise Endülüs’ün en çok etki ettiği alanlardan biri olduğuna, bu bağlamda İbn Arabî’nin belirleyici rolüne dikkat çekti. Mantık biliminde filozofların çalışmaları bulunduğuna değindi. Çok ciddî bir mimari geleneği olan Endülüs’ün İslâm medeniyetinin ayakta kalan en önemli yapılarına sahip olduğuna dikkat çekti.
Endülüs’ün dünyaya ve İslâm medeniyetine olan katkılarını isimler üzerinden de tekrar eden Fazlıoğlu,
Tıb alanında Ebû’l-Kâsım Zehrâvî, İbn Cebirol, İbn Zuhr, İbn Ruşd; kelam ve mantık alanında, Davud Zâhirî, İbn Hazm; felsefe, mantık alanında, İbn Bacce, İbn Tufeyl, İbn Ruşd, İbn Meymun; matematik bilimler ve astronomi alanında, İbnu's-Saffâr, Mu'temen b. Hûd, İbn Muaz Ceyyânî, Zerkâlî, Câbir b. Eflâh, Bitrûcî, el-Hasan el-Merrâkûşî, İbnu'l-Bennâ ve okulu; coğrafya ve denizcilik alanlarında, İdrîsî, İbn Mâcid, Süleyman Mehrî; tarih biliminde İbn Haldun; mekanikte, İbn Halef el- Murâdî; tarım, bitkibilim ve tıpta, Ğafîkî, İbnu'l-Avvâm, İbn Baytar; tasavvuf'ta İbn Meserre, İbn Sebîn, İbn Arabî; dil bilimlerinde İbn Mâlik, Ebû Hayyan Endelusî; edebiyatta, İbn Abdurabbih, Turtûşî, İbn Hazm... gibi önemli isimler üzerinde durdu; ayrıca bu isimlerin Doğu İslam dünyası, Anadolu ve Osmanlı üzerindeki etkilerine de örnekler verdi.